11 Temmuz 2009 Cumartesi

KADIN OLMAK !!! ....

Bir kadın çocuktur aslında… Çocuk gibi davranmayı sever. Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini ister.Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak sevmeli erkek kadını… Ama hiç bir kadın çocuk muamelesi görmek istemez. Söylediği şeyler çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister.Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz; ama asla onu bir çocuk olarak görmeyeceksiniz..

Bir kadın güçlüdür aslında...Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür. Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez. İster ki, erkeğin gücü kendisine huzur versin. Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler. Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir. Ancak kadın gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz. Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.

Bir kadın sevgidir aslında...İçinde her zaman sevgiyi taşır. Sevdiklerinden kolay ayrılamaz. Sevdiklerini kolay kolay kıramaz. Zor sever; ama, tam sever. Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız. Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz. Ancak beyninde yer alamazsınız. Her an terk edilebilirsiniz. Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette Bunun tek nedeni ise engelleyemedikleri ”acımak" duygusudur.

Bir kadın yalnızdır aslında...Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz. Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır. O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez. Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz. Yalnızlık onun sığınağıdır. O sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir. Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız, onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.

Bir kadın çılgındır aslında...Neler yapabileceğini erkek aklı hayal bile edemez. Üreticiliğinin sınırı yoktur ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler. Hoyratça harcamaz üreticiliğini. Sadece erkeğine saklar. Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir. Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor. Yemek yemek, su içmek bile. Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz? Anlıyorsanız ne mutlu size. Anlamıyorsanız ne yazık ki yaşamıyorsunuz!

............bir kadını ağlatırken çok dikkat edin..!!!

....... çünkü Allah gözyaşlarını sayar.....!!!!

kadın;erkeğin kaburgasından yaratıldı,ayaklarından yaratılmadı..!!!

öyle olsaydı ezilirdi......!!!

üstün olsun diye başından da yaratılmadı......!!

AMA GÖĞSÜNDEN YARATILDI......

Eşit olsun diye......

kolun biraz altında...

Korunsun diye...!!!

KALP HİZASINDA SEVİLSİN DİYE!!!

Can DÜNDAR..........

4 Haziran 2009 Perşembe

Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?


Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?


Hiç vaktiniz yok!!!, "Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...


Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar... Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.


Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!


Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?


Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?


İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?


Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?


Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?


Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?


Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?


Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?
Müşfik KENTER

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Hayat için keyifli bir ders ...


Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama.

Yarım saat erkene kurulsun saatin.

Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..

Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin...


Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin...

Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.

Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart,Çek kızarmış ekmek kokusunu içine,Bak güzelim kahvaltının keyfine.

Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin..Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile.


Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,

Ohhh şöyle bir hafifle,

Bir güzel kahve ısmarla kendine,seni mutlu eden sesi duymak için "alo "de

Hiç işin olmasada öğle üzeri dışarı çık Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa...


Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak

Çiçek görürsen kokla ,köpek görürsen okşa ,çocuk görürsen yanağından makas al.

Sonra,şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı, sen çok dar da iken kimler seni ferahlattı, hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?


Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?

Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara

Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak.


Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun..

Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..

Saklama tabakları, bardakları misafire

Sizden ala misafir mi var bu dünyada

Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil,

Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..

Gece evinde, dostların olsunSohbetin yemeğin, kahkahan olsun..


Arkadaşım,hayat bu daha ne olsun?

Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!


Can Yücel

21 Mayıs 2009 Perşembe

Anneler Günü...


Bu yazı için geç kaldığımın farkındayım.Anneler Günü geçeli çok oldu.Ama zaten benim bahsetmek istediğim de tam olarak Anneler Günü değil.


Ben profilimde de yazdığım gibi Ankara Ünv.Ev Ekonomisi mezunuyum
ve bu bölümü öğretmen olabilmek için yazmıştım.Gerçekten çocukluğumda da "Büyüdüğünde ne olacaksın?" sorusuna verdiğim cevap "Öğretmen"di.Yani gönlümde yatan meslek. Ülkemizin eğitime bakış açısı ve politik nedenlerden dolayı bu mesleği kadrolu olarak yapmam mümkün olmadı.Fakat bir yıl sürecinde ders saati karşılığı bu mesleği yaptım.


İlk dönem Lüleburgaz'ımızın güzel belediyelerinden biri olan Büyükkarıştıran'da Teknoloji-Tasarım ve Görsel Sanatlar branşlarında görev aldım.Orada gerçekten bu mesleği neden bu kadar çok sevdiğimi ve istediğimi daha iyi anladım.Çok güzel bir dönem geçirdim.Hem eğitimsel açıdan, hem de öğrencilerim ve öğretmen arkadaşlarımla manevi bağlılık açısından.

"Peki bunun anneler günüyle ne alakası var??" diyeceksiniz. Ben şu anda bir içgiyim dükkanı işletiyorum ve öğrencilerimin bir kısmı fırsat buldukça beni ziyaret ediyorlar.Çocukları sevdiğinizi hissettirdiğiniz ve elinizden geldiğince iyi bir örnek olduğunuz zaman, çocuklar gerçekten bunu anlıyor ve size karşı daha saygılı ve sevgili oluyorlar.Sizinle uzun süre bağlantı kuramasalar bile, siz onların akıllarında yer etmiş oluyorsunuz birkere.

O okulda görev yapalı 2 seneyi geçti.Buna rağmen bu sene "Anneler Günü"nde bana çiçek getirdiler :)))) Hem de "Öğretmenler Günü" değil, "Anneler Günü"nde.... Öğretmenler gününde de getirenler oluyordu ama öğrencinin size Anneler gününde çiçek getirmesi çok başka.Size annesi kadar değer vermesi... Çok gururlandım,çok mutlu oldum. Bu benim için gerçekten çok büyük bir kazanç.
Tüm bayan öğretmenlerin "Anneler ve Öğretmenler Günü"nü , tüm bayanların "Anneler Günü"nü kutluyorum...

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Evlilik - CAN DÜNDAR

Evlilik, inanmadığım halde içerisinde 17 seneyi bitirdiğim bir kurum benim için. 17 senede (abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son verdiği kurum ayni zamanda da... Evliliğimin bu kadar uzun sürmesinin gizi belkide kuruma inanmamaktan geçiyor.

Evliliği toplumun dayattığı şekilde yasamamaktan... Nedir bu dayatmalar?

Erkeğin muhakkak kadından yasça büyük olması, eğitim seviyesinin erkeğin lehine ya da en azından eşit olması bunların sadece ikisi...Olmaz, yürümez diyor toplum... Erkek yasça büyük olmalı ki, kadına 'hot' dediğinde oturmalı kadın... Yâda yumuşatıyorlar;
-Efendim kadın erkekten önce çöktüğü için (hani doğum falan) küçük olmalıymış yaşı...

Eğitimde de böyle... Kadının çok okumuşu bilmiş olurmuş, evde kalmakmış layıkı...

EŞİM BENDEN 2 YAS BÜYÜK; ne 'hot' dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden önce çöktü...

Yıllar içinde ben yaşlandıkça o gençleşti,

-'Ooo Can bey kapmışınız çıtı rı' esprilerine muhatap dahi oldum.

EŞİM 3 ÜNİVERSİTE BİTİRDİ; ben bi taneyi 9 senede bitirdim..

Ne o bana bilmişlik tasladı, ne ben ona ezik baktım... Kulağa gelen müzik tekse de, onu oluşturan notalar farklıdır der Halil Cibran...

Bunu unutmadık biz.

Ben konuşurken o dinledi, ben dinlerken o konuştu 17 sen e.

O öfkeliyken ben, ben öfkeliyken o 'haklisin bitanem...' dedik,

Öfke bitip fırtına durulduğunda 'ama bi de böyle düşün' de dedik fikrimizi savunurken.

Farklı insanlar olarak görmedik birbirimizi, ayni amaç içi n savaşan neferlerdik bu hayatta...

Asla bilmedik ne kadar para kazandığımızı, ortak cüzdanımızdan gerektiği kadar aldık..

Ne kadar çalarsa çalsın masanın üstünde telefon, kim bu saatte arayan karşı cins diye sorgulamadık da ama...

Sevginin en büyük dostuydu bizim için 'güven'... Ve güvenin ardına saklanmış bir 'saygı' vardı daima...

Ne kavgalar, ne badireler atlattık 17 senede...

Eee ülkeler neler gördü, biz çekirdek aile mi sütliman yaşayacaktık...

Bir gün öyle bir girdik ki birbirimize, ben ilk kez odamın dışında yattım bi gece, misafir odasında...

Gece yarısı kapı aç ıldı esim;
-'Ne yapıyorsun burada?' diye sordu kapının eşiğinden, 'uyuyorum' dedim buz gibi bi sesle... Gitti, gelmesi 1 dakikasını almıştı elinde yastıkla... 'kay yana' dedi daracık yatakta. 'ne yapıyorsun?' dediğimde 'benim yerim senin yanın, sen gelmezsen ben gelirim' dedi...

Anladım ki o gece, en uzun kavgamız yat saatine kadar sürecek...

Ve bence doğrusu da bu...

Özen gösterdik o günden sonra, evin her yerinde kavga ettik, yatak odamız hariç.

Kırsak da zaman zaman kalplerimizi, asla kin tutmadık birbirimize...

Toplum kurallarıyla oynasaydık bu oyunu belki de 41 inci çift ol acaktık o listede...

Ama oyunun kurallarını biz koyduk... Nede olsa bizim oyunumuzdu oynanan...

Evlilik; hesapsız içine dalınması gereken bir oyun bence...

Topluma kulaklarını tıkayarak hem de... Ne benim, ne de bizim sözlerimizle...

Sadece gönlünüzden geçtiğince...

Dediği gibi Ataol Behramoğlu'nun;

'...Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına. Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır. Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana...

Türkü Gecesi


Lüleburgaz'da etkinliklere çok önem verilir. Zamanı uyan kişiler, kendi yetenek ve ilgilerine göre bir etkinliğin içinde bulurlar kendilerini muhakkak.Tabii, yapılacak etkinlik çeşidi çok olunca, kişilerin kendi ilgilerine uygun etkinlik bulması hiç de zor olmuyor :)) Bir etkinliğe katılan kişi,bu etkinlikten başkalarına bahseder ve dolaylı olarak katılan kişi sayısı artar.
Şimdi size, geçen sene benim de aralarında bulunduğum ve bu sene sadece seyirci olarak katılabildiğim Tikveşli Kültür Derneği'nin düzenlediği Türkü Gecesi'nden bahsetmek istiyorum.
Çok kaliteli, seviyeli insanların katıldığı bir ekiptir,Tikveşli Kültür Derneği'nin T.H.Müziği ekibi...Kendilerine ve karşısındaki kişilere saygısı olan kişilerdir.Dolayısıyla da kendileri gibi seviyeli,disiplinli ve düzgün bir çalışma içindedirler herzaman.O disiplinli çalışmalarının sonucu olarak da, mükemmel bir konser dinledik sayelerinde.

Çok keyifli türküler seçmişti,ekibin şefi Saime(Topuz) Hocam.Seyircilere verdikleri davetiyelerin içine de, söyledikleri hareketli türkülerin sözlerini iliştirmişlerdi,seyirciler de onlara eşlik edebilsinler diye...Hep beraber söyledik türküleri bir ağızdan.Dolayısıyla seyirciler de kendilerini koronun bir parçası gibi hissederek,daha bir eğlendiler konserde.
Lüleburgaz'ın yerel gazetesi olan Görünüm Gazetesi'nde "En büyük Koro" başlığıyla yayınlandı, güzel konser.Koristlerin ve çalgıcıların isimlerini tek tek ekleyerek...
Sonuç olarak gerçekten eğlenceli geçen,başarılı bir aktiviteydi.Çalışmaları için başta Saime hocamı ve beraberinde tüm ekip arkadaşlarımı kutluyorum.Daha nice konserler dinlemek dileğiyle...

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Mimlendim...

Sevgili ablam Nükhet http://defneninfikri.blogspot.com/ beni mimlemiş...

1-Yıl sonunda zengin olmak koşuluyla bir yıl boyunca her gece kabus görmek ister miydiniz?
Bir yıl çok uzun bir süre, 3 ay kabus görsem, paranın 1/4 ini alsam olmaz mı?? :PP
Şaka bir yana, yok kabusları ben almayayım :))

2-Kör olmak ve sağır olmak arasında nasıl bir seçim yapardınız?
Allah her daim sağlığımızı korumamızı nasip etsin.Sağırlığın çaresi var(kulaklık) ama körlüğün yok. Bu nedenle sağırlığı tercih ederdim...

3-Öleceğiniz anı bilmek ister miydiniz?
Yok, öleceğim zamanı kesinlikle bilmek istemem.

4-Bu gecenin son geceniz olduğunu öğrenseniz birine söyleyemediklerinizden dolayı üzülür müydünüz?
Söyleyemediğim için üzülmez, o kişiyi bulur söylerdim.İçimde çok ukte kalmış birşey varsa söylemek istediğim ve o kişiye ulaşamazsam, üzülürdüm...

5-Eviniz yanıyor aileniz ve siz kurtuldunuz, son bir kez daha eve girme şansınız olsa neyi kurtarırdınız?
Sanıyorum o anda hiçbir şeyi kurtarmazdım, zaten öyle bir durumda beyni uyuşuyor insanın,düşünemez hale geliyor...


Ben de aşağıdaki arkadaşlarımı mimliyorum...

http://mehbup.blogspot.com/
http://erspek.blogspot.com/

29 Nisan 2009 Çarşamba

Çokkk hastayımm...

Bugün kendim dışında hiç kimseden bahsedemeyecek durumdayım. "İnsanın neresi ağrıyorsa,canı ordadır" derler ya,ben de o durumdayım işte.Çok hastayım, fena bir şekilde gribe yakalandım(umarım domuz gribi değildir :p :) Gözkapaklarımı taşıyamıyorum, boğazım acıyor ve heran uyku psikolojisindeyim.

Şu anda işteyim. "Madem bu kadar hastasın,işte ne işin var" diyebilirsiniz.
Bu da iş sorumluluğu dışında benim yine zevk
aldığım birşeyden kaynaklanıyor.
HALK OYUNLARI...

Dün sabah uyandığımda yine genzim tıkalıydı ve heryerim ağrıyordu.Fakat ben ne yaptım, işe gittim ve işten çıktıktan sonra,o hasta halimle Halk Oyunları çalışmasına gittim. İşin gerçeği, çalışmadayken kendimi hasta hissetmedim.Hem de Kırklareli yöresi; çok hareketli, sürekli koşuşturmalı ve hoplamalı zıplamalı bir yöre oyunudur.Gerçekten orada hasta olduğumu bile unuttum.Eve geldim,duş alıp, tylol-hot içip yattım ve dediğim gibi çok daha hasta bir şekilde uyandım.

Başa geri dönüyorum, bu kadar hasta olmama rağmen işe gelmemin nedeni, H.oyunları çalışmasına bile gidebilecek durumdayken, işe mi gidemeyeceksin düşüncesi oldu.İşe geldim, ama bugünü çıkarabileceğimden şüpheliyim açıkçası... Uyumak istiyorummm....

28 Nisan 2009 Salı

CAN DÜNDAR (Kendimin Popüler Tarihi)

Tek çocuktum.

60'larda 6'ıncı ayın 16'sında saat 6'yı 56 geçe, 06 trafik kodlu şehirde doğdum. Bu 6'lar hayat boyu peşimi bırakmadı.

Can Bartu'dan ad takmışlar; adımı ve tutacağım takımı seçme şansım olmadı.

Doğduğumda anayasa kabul edileli birkaç hafta olmuştu ve Menderes'in asılmasına birkaç ay vardı.

Anayasayı 10 yaşıma gelmeden budadılar, 30'uma varmadan Menderes'in itibarını iade ettiler.

* * *

Daha göbek bağımın ucu kurumadan evin önünden akan boklu dere taştığından bütün zıbınlarımı sel aldı; çıplak doğdum denilebilir.

Annem babam memurdu.

Annemin "daire"sinde, facit hesap makinalarıyla, DMO damgalı daktilolar arasında büyüdüm.

Yandaki bina Tuslog'tu. Birtakım kızgın gençler üç günde bir gelip bağırır, çağırır, taşlarlardı. 68 kuşağıyla orada tanıştım.

* * *

Usluydum.

Sabah bir koltuğun üzerine bırakırlar, akşam gelip oradan alırlardı.

Utanılacak kadar normaldim. Hiçbir oyuncağımı kırmadım, zil çalıp kaçmadım, Ayşegül'lerimi yırtmadım. Şimdi onları tek tek oğlum yırtıyor.

Pazar'ları Ankara'da banyo günüydü. Koca odun parçalarıyla zor yanan kazanların kaynar sularında tuğla büyüklüğünde yeşil sabunları kafama yiye yiye yıkandım.

Babamdan fiske yemedim, ama annem feci keseler ve vurdu mu çınlatırdı.

Ulus'ta Santral Bebe'den giyinirdim. 5 yaşımda teyzem beyaz puantiyeli kırmızı gömleğimin üzerine maşrapayla su dökünce ilk kez intiharı düşündüm. Sonra vazgeçtim.

6 yaşımda feci bir trafik kazası geçirdim. Bir minibüs taklalar atarak geldi ve içinde bulunduğumuz Citroen'in üstüne çöktü. Arabanın motoru dizlerime bindi, kafam ön cama geçti. Alnıma çizili yara, alın yazısı değil, kaza kalıntısıdır.

* * *

Bir yaşgünümde sünnet oldum. Sünnet davetiyemin üzerinde baltasıyla bir adam ve kenarda bekleyen kedi figürü vardı. "Maşallah" yazılı şapka giydim.

3-5 arabalık konvoyla kısa bir Ankara turunun ardından Hacı Bayram'a gittik. Tören Harita müdürlüğünün bahçesindeydi, ama aksilik işte, Haziran ortasında yağmur yağdı. Neyse ki top ve saat geldi de hediye, sevindim.

* * *

7 yaşımda beni Cuyibar Hanım'a teslim ettiler. "Hazırol" dediler, hazırolmuştum zaten. Resmimi çektiler. İlk gün ağladım, zamanla alıştım.

O yaz yakama kırmızı bir kurdele iliştirdiler: Okumayı sökmüştüm. Dikmek, yıllarımı alacaktı. Diploma törenimin filmini yıllar sonra bir sınıf arkadaşım getirdi. Filmin sonundaki mahçup çocuğa bakakaldım.

İlk şiirleri halam fısıldadı kulağıma... Nazım Hikmet'in "Seçmeler"ini getirip evde ulu orta okumaya başladı. Etraftaki tedirginlikten anladım bu işte bir terslik olduğunu... Az önce bir örneğini gördüğünüz devrik cümle alışkanlığım o zaman başladı.

***

Ailece toplanıldığında günlerden Pazartesi ise ay çekirdeği ile Radyo Tiyatrosu dinlenir, "sair akşamlar" blum oynanırdı. Muhabbet varsa mutlaka pikapta Neşet Ertaş olurdu. Eniştem ya bağlamasının "döşünü" döve döve ve yanık yanık bozlak söyler ya da babamla muhtemel bir ayrılığa meydan okurcasına kenetlenerek halay çekerdi. Halay ekibinin üçüncü üyesi eksilmişti epey önce... Arada gece uzarsa rakıyı kapıp mezarlığa gittiklerini duyardım.

Zamanla Samanpazarı'ndan bana da bir bağlama aldık. Lakin okulda mandolin dersi vardı. Şu meşhur kültür ikilemiyle pek küçük yaştan tanışmış oldum. Evde bağlamayı mandolin gibi çalmakla, okulda mandolini bağlama gibi çalmakla suçlandım. Arabesk hayatım böyle başladı.
O yaz dayım nişanlısından ayrıldı. Bir gün anneannemin Altındağ'daki gecekondusunun bahçesindeki dut ağacının altına rakı sofrasını kurdu. Pikaba 45'lik bir plak yerleştirdi. "Bir Teselli Ver" çalmaya başladı. 30 yıl sonra belgeselini yapacağım adamla o zaman tanıştım.
(Her iki anlamda da) iyi misket oynardım. Müselleste zayıftım, tumbada fena sayılmazdım. Bileklerim lak-lak'tan çürük içindeydi.

"Marmaraspor"da mevkiim liberoydu.

Kızlardan ürkerdim.

Mahallede Şadiye diye mavi gözlü bir kız vardı. Şadiye diye dalga geçerlerdi. "Şad et"menin ne demek olduğunu anladığımda Şadiye'ler çoktan taşınmışlardı bile... Sezer Güvenirgil'e hastaydım. Koca bir defteri O'nun resimleriyle doldurmuştum. Cüneyt Arkın'a mektup yazıp resim istedim; "Fahrettin Cüreklibatur" imzalı bir kart geldi. Yıkıldım.

Orduevinin açık hava sinemasında Jerry Lewis filmleri oynuyordu, Dışkapı'da Yılmaz Güney'in "erişte Western"leri... Ben ikincileri seviyordum. "Sevgili öğretmenim"i Ankara Sineması'nda, "Spartaküs"ü Büyük'te izlemiştim. İkisi de işhanı oldular şimdi..

6O'ların sonuna doğru bir gün, "Pal sokağı"ndan arkadaşım Tayfun'la bizim evin yanındaki misafirhanenin camına burnumuzu dayayıp, içerde ışıklar saçan bir kutu gördük. "Pilli bebek" diye bir çocuk yürüyordu ekranda... şaşıp kaldık.

Birkaç sene sonra o ışıklı kutu bizim eve de geldi. Geldiği günün akşamı Kebap 49'dan pide söylendi; özel bir durumla karşı karşıya olduğumuza hepten inandım.

* * *

Epeyce zaman sonra o ışıklı kutunun içine daldım.

Oğlum önce burnunu dayayıp camına bana baktı, sonra arkasına dolaşıp babasını aradı.

1973'de Batur'un jetleri öyle bir uçtu ki tepemizden, ev yıkılıyor sandım...Meğer o hiçbir şeymiş.

Bir yıl sonra Ayvalık'ta tatil yaptığımız kampta "Savaş" alarmı verildi. Tanklar gelirken, insanların arabalara doluşup nasıl kaçtıklarını gördüm. Ürktüm.

Doğan Kardeş'ten Hey dergisine, Neşet Ertaş'tan Demis Roussos'a geçmiştim.

***

Kocabeyoğlu'nun altından Cat Stevens plakları alırdım.

Yıllar sonra O'nunla Yusuf İslam olarak tanışınca bale öğretmenim imam olmuş duygusuna kapılacaktım.


* * *

Bir süre "istekçilik" yaptım. "Camia "da namım yürüdü. Sonra "Kızlar yazışalım mı" türünden yılışıklıklara bulaştım bir ara...

Yanıtlayanların çoğuyla yazıştık, bazılarıyla tanıştık.

Yüzüm gözüm sivilcelenmeye başlamıştı. Çoğu kuşakdaşım gibi ilk seks derslerini Arzu Okay'dan aldım. En iyi parçalar Kerem sinemasındaydı, ama Şevket Kazan diye bir adam ikide bir sinemayı bastırıp filmleri toplattırıyordu. Aradan çeyrek asır geçti; ben çoluk çocuğa karıştım, Arzu Okay Fransa'da dükkan açtı, ama Şevket Kazan hala Adalet Bakanı'ydı.

15 yaşında "arkadaşlık teklif ettiğim kız" ("flört" sonradan geldi, "çıkmak" ondan da sonra... "yatmak" ağza bile alınmazdı) "Beni bir seks filmine götür" diye tutturdu. Başına bir şapka geçirip Sinema 70'e götürdüm. Gişede hemen farkettiler. Yine de içeri buyur ettiler. Sinemada en az 100 adam vardı. Çocuk boyunlarımızı yere devirip onların arasından geçerek arkada bize gösterilen locaya kurulduk. Parça yoktu. "Danıştay kararıyla" "İsveçli Bakire" oynuyordu, ama başrol oyuncusunun Türkiyeli muadili hemen arkada olduğu için salondakiler perdeyerine locayı izlemeyi tercih ettiler. Kasılıp kaldık.

Öpüşme daha edepli bir filmde kısmet oldu. Yıldız Kenter'in genç kızıyla birlikte Yunan mezalimine karşı direnişini hikaye eden bir film vardı. Laf olsun diye gitmiştik. "French kiss" neymiş orada anladım.

Islandım.

Öptüğüm kız, peşimden bizim liseye yazıldı. Geceleri uzun mektuplar yazıp, sabah oldu mu götürüp çantasına sıkıştırıyordum. O da kendi yazdıklarını bana veriyordu. Eve teyp alınınca O'na kasetler doldurmaya başladım. Prestij plaktan daha seri üretim yapıyordum.

Bir "fan klüp" kurmuş, şiir yarışmaları, köylere kitap kampanyası gibi "sosyal faaliyetler" yürütüyorduk. Bayramlarda Kızılay postanesinin önünde buluştuğumuzda tebrik kartı tezgahlarında burnu sümüklü çocuk fotoğrafları görmeye başlamıştık.

Genellikle fotoğrafın hemen altında, halamın yıllar önce gizliden gizliye kulağıma okuduğu şiirlerden birkaç mısra olurdu.

O çocuklara üzülür, ama şiirleri severdik.

Sonra bir gün okulun ön camına bir Hergün gazetesi asıldı. Manşette "Kızıllar kudurdu" yazıyordu. 1 Mayıs kana bulanmıştı. O günlerde Atatürk büstünün altındaki "Bağımsızlık benim karakterimdir" yazısı söküldü, yerine "Komünizm görüldüğü yerde ezilmelidir" yazısı asıldı.

Gerisini hatırlamak bile istemiyorum.

Hayatımızın en güzel yıllarını aldılar elimizden...

Onları hiç affetmedim...

CAN DÜNDAR

Can Dündar'ın bir yazısını okumak, okuduğu bir şiiri veya yorumladığı bir hikayeyi dinlemek benim için büyük zevk..Her şiirini, yazısını okuduğumda veya bir programdan alıntı olarak yayını izlediğimde " Yine Can Dündar ve yine mükemmel" diyorum her seferinde,farkına vararak veya varmayarak düşüncemden geçiyor bu sözler...
Size, bu bölümde Can Dündar yazıları ve görüntüleri ekleyeceğim, en az benim kadar hayran olacağınıza eminim...

Evet, başlıyoruz...

Merhabalar,
Uzun süredir blogspotu biliyorum.Hep niyetlendim ben de kendi sayfamı yapayım diye.Ama ne yapacağım, nasıl yapacağım derken sürekli ertelendi.Ablamın (defneninfikri@blogspot.com), diğer tanıdıklarımın veya tanımadığım halde sayfasını beğendiğim için baktıklarımın sayfalarını incelediğimde; aslında çok güzel şeylerin, çok da zorlanmadan yapılabildiğini farkettim. Buraya bir yazı eklemek için yazar olmak gerekmediğini...
Evet, başlıyoruzzz... ;)))
Nihal YILMAZ

İŞTE, MÜKEMMEL BİR VİDEO....